Seni hep konuşurken dinlemeye alışmış bir kedinin şarkı söyleyişini duyduğunda şaşırması gibiydi hayat... Hani herşeyin düzenini bilme rahatlığını sürerken aynılıktan tedirgin olmak, yeniyle karşılaşınca afallamak, gerisin geri kaçmak; ama sonunda bunun pek de fena bir durum olmadığına karar vermek ve içten içe sevinmekti. Ben böyle bir adamdım işte... Kadınların çoklukla lanetlediği, nice kalpler kıran bu insan için mesele basitti. Girdiğim her kaba sığabiliyordum çünkü kabın dışında ben yoktum. Böylece bir insandan diğerine geçer oldum. Üstelik bir sanatçı titizliğiyle, çok da iyi yapıyordum bu işi. Herkesin övüneceği bir yeteneği vardı: Kimi alev yutuyor cam yiyordu; kimi tek ayak üstünde top sektiriyordu. Ben de uyum sağlıyordum.
31.12.2006
22.08.2006
yaza dair
Bu güneş renkli mısır tanelerinin tatlı kokusu olduğu müddetçe ben yaşayacağım. Sahilde çocuk sesleri, ürperten akşam meltemleri, küsmeyen yaseminler, nemli çarşaflar, uzun yolculuklar, hep aynı aldanmalar, aldatmalar... Geçer. Tortusu kalır.
Mızıkçılık yapmıyorum. Hey yaz, pabucu yarım... Çıktın dışarı bari oyunu tam oynayalım.
18.07.2006
hem uzak hem yakın
Sekiz yıl sonra hiçbir şey değişmemiş...Güneşin altında aynı telaşlı kalabalık, aynı neşe, aynı dayanışma. Balık ağlarını tamir edenler, ağın içinde çırpınanlar, seferden dönenler, ufuğa hazırlananlar...Bir ucundan ben de dokunuyorum hepsine. Bir tutam kahkaha koydum cebime, biraz lal renkli yaşam savaşı, biraz inat da lazım en sarısından, sonra sabır zümrüt yeşili, elbette huzur deniz mavisi. Taşıyıp sevincimi bir tekneden ötekine yüzümü güneşle yıkadım.
Yaşamdan kayıp gidenlere inat sığınaklar hep yerli yerinde.
28.05.2006
Bakımsız Bahçelerden Faydalanma Kılavuzu
Kuzey Ege’de verimsiz bir toprak parçası bulmak neredeyse imkansız gibidir. Bu durum ekilenlerden az ya da çok ürün alınmasını sağlarken bahar aylarıyla birlikte her yeri diz boyu yabani ot ve çiçeklerin basmasına da imkan verir. Biraz tembellik ederseniz özenerek türlü tohumlar attığınız bahçenize vardığınızda kıpkırmızı bir gelincik (bazen de bembeyaz bir papatya*) tarlasıyla karşılaşabilirsiniz. Evcil çiçeklerse çoktan hayal olmuştur. Ey bahtsız kentliler üzülmeyiniz! Düşünülenin aksine bu gelinciklerin bahçede veya vazoda nazlı nazlı salınmak dışında faydaları da vardır. Mahvolan bahçeniz için soğuk bir bardak su içmek yerine gelinciklerden yapılmış tatlı bir şurup içebilirsiniz...
Öncelikle bir avuca sığacak kadar gelincik toplanır.
Sonra hepsi düz bir yere serilir (tercihen bir gazete kağıdı üzerine). Hafifçe silkelenen çiçeklerin tohumları ile yaprakları kolayca ayrılır. İnat eden yapraklar elle koparılır. Gelinciklerin tohumları ile kaynaşmış böcekler dikkate alınmalıdır. Böcekler tek tek ayıklanır, öldürülmez, bahçeye geri götürülüp toprağa bırakılır.
Daha sonra gelincik yaprakları bir kaba alınıp güzelce yıkanır. Bu aşamada birkaç tane güzel kokulu, koyu renkli gül bulmak önemlidir (evet, yine bakımlı bahçelere muhtacız...). Onların yaprakları da eklenir.
Son bir yıkamadan sonra karışım cam bir şişenin içine doldurulur. Limon tuzu ve su eklenir. En fazla 2 hafta sonra şurup hazırdır. Yoğun kıvamda olacağı için karışımın su (ve isteğe göre şeker eklenerek) ile seyreltilmesi gerekebilir.
* Papatyalar için iki kullanım şeması önerilebilir: İlki kaynatıp çayını içmek. Sakinleştirici etkisi var. İkincisi de yine kaynatıp karışımı saçınıza sürmek. Ancak esmerlere bunu tavsiye etmiyorum, sabah uyandığınızda sarışın olma ihtimaliniz çok fazla.
** Gelincik şurubuma katkıda bulunan bütün bakımsız bahçe sahibi komşularıma teşekkürü borç bilirim.
27.05.2006
Gitme
Aramızda ölü bir ırmak uzanıyor şimdi. Kıvrıla kıvrıla değil, dümdüz bir su parçası. O kadar durgun, öyle ifadesiz ki korkarsın. Sırf karanlık dağılsın diye başına beyaz bir yazma bağlarım belki. Üstünü de örterim üzülme; hem gözlerini de kapatırım. Usulca bir kuruş bırakırım dilinin altına. Son bir söz beklerim. Konuşamazsın ki.
Sen o kuruşu alırsın. Bir ömrün bedelidir elinde tuttuğun. Benim duvarlarım yıkılır sen suya ilerlersin. Göremem kürekçinin yüzünü. Yanına ilişmek isterim olmaz. Her darbede uzaklaşırsın. Bakakalırım. Ben ıssız, ben en cesur ama en yalnız; karşı kıyıya gelemem ki...
Ölüler ülkesindeki ırmağı geçmek için her ruh sandalcıya bir metelik vermek zorundaydı. Irmağın ötesindeki bataklığı katetmek içinse mutlaka toprağa kavuşmuş olmak gerekiyordu. Bu yüzden antik dönemden başlayarak her ölünün dilinin altına bir metelik konuldu ve gömüldü. Toprağa karışmayan ruhlar 100 yıl boyunca başıboş gezmekle cezalandırıldı. Kaderleri bu sürenin sonunda belirlenecekti. Asırlar geçti. Sebepler unutuldu ama eylemler değişmedi. Biz ölülerimizi son yolculuklarına uğurlamaya devam ettik. Bilmediğimiz yolun toprakta değil suda bittiğiydi.
18.04.2006
Uzun Burunlular Kenti
Bahar geldi mi o şehrin çocukları kendilerini sokaklara atarlardı...
Güneş batana, anneler çağırana kadar girilmezdi evlere. Yüzleri hep kirli, giysileri hep soluk, bir topun peşinde koştururdu o çocuklar. Günden güne artan yaralarla kaplıydı hepsinin dizleri. Çelimsiz bacakların sürdüğü bisikletlerin arkasında kardeşler taşınırdı bir çanta gibi. Kardeşlerden ayrılınmazdı. Her mahallenin bir bisiklet çetesi vardı. Yan mahallenin çetesiyle kavga edilir, gerekirse dayak yenir ama annelere söylenmezdi. O kentin çocukları sır saklamasını bilirdi.
Herkes kendi uçurtmasını kendi yapardı. İnce çıtalar birbirine çakılır, ipleri gerilir, evdeki unlu bulamaçla gazete kağıtları yapıştırılırdı. En güzel yeri kuyruğuydu o uçurtmaların. Dedeler vardı ellerinden tutulacak. Yüksek bir düzlüğe çıkılır, uçurtmalar salınırdı. Yukarı bakıp koşarken düşenler hiç ağlamazdı. Uçurtma için düşenlerin canının yanmadığı bilinirdi. Sırası gelince uçurtmalar kardeşlere devredilir, sabırla beklenirdi. O kentin çocukları paylaşmayı baharda öğrenirdi.
Okul oyun oynamak için gidilen bir yerdi. Çeşme başında su savaşı yapılır, sırılsıklam derse girilirdi. Öğretmenler önlüklerin neden ıslak olduğunu sormaz, hastalananlara kızmazdı.
Herkes hayatında en az bir kez ipek böceği beslerdi. Okulun karşısındaki bakkaldan yalvar yakar bir tırtıl alınır, eski bir ayakkabı kutusuna konurdu. Mahalledeki tek tük dut ağaçlarına tırmanılır, olabildiğince çok yaprak koparılırdı. Her çocuk tırtılının yemek yiyişini, kozayı örüşünü, kelebek olup çıkışını izlerdi. Kentin çocukları sorumluluğu ilk kez baharda önemserdi.
Güneş batana, anneler çağırana kadar girilmezdi evlere. Yüzleri hep kirli, giysileri hep soluk, bir topun peşinde koştururdu o çocuklar. Günden güne artan yaralarla kaplıydı hepsinin dizleri. Çelimsiz bacakların sürdüğü bisikletlerin arkasında kardeşler taşınırdı bir çanta gibi. Kardeşlerden ayrılınmazdı. Her mahallenin bir bisiklet çetesi vardı. Yan mahallenin çetesiyle kavga edilir, gerekirse dayak yenir ama annelere söylenmezdi. O kentin çocukları sır saklamasını bilirdi.
Herkes kendi uçurtmasını kendi yapardı. İnce çıtalar birbirine çakılır, ipleri gerilir, evdeki unlu bulamaçla gazete kağıtları yapıştırılırdı. En güzel yeri kuyruğuydu o uçurtmaların. Dedeler vardı ellerinden tutulacak. Yüksek bir düzlüğe çıkılır, uçurtmalar salınırdı. Yukarı bakıp koşarken düşenler hiç ağlamazdı. Uçurtma için düşenlerin canının yanmadığı bilinirdi. Sırası gelince uçurtmalar kardeşlere devredilir, sabırla beklenirdi. O kentin çocukları paylaşmayı baharda öğrenirdi.
Okul oyun oynamak için gidilen bir yerdi. Çeşme başında su savaşı yapılır, sırılsıklam derse girilirdi. Öğretmenler önlüklerin neden ıslak olduğunu sormaz, hastalananlara kızmazdı.
Herkes hayatında en az bir kez ipek böceği beslerdi. Okulun karşısındaki bakkaldan yalvar yakar bir tırtıl alınır, eski bir ayakkabı kutusuna konurdu. Mahalledeki tek tük dut ağaçlarına tırmanılır, olabildiğince çok yaprak koparılırdı. Her çocuk tırtılının yemek yiyişini, kozayı örüşünü, kelebek olup çıkışını izlerdi. Kentin çocukları sorumluluğu ilk kez baharda önemserdi.
Cicoz sakız hem meşe olur hem de çiğnenirdi. O kentte bir çocuğun dilinin sarı, mavi veya kırmızı olması olağandı. Leblebi tozunun bir parçası hep buruna kaçar, geri kalanı da yanaklara dağılırdı. Küçük adamların şekeri yenir, kutularıyla oyunlar oynanırdı. Türlü çeşit, rengarenk piramit kolonyalar vardı. O kentin çocukları bu yüzden çok güzel kokardı.
Her çocuk yokuş aşağı bir zeytinliğin içinden, yuvarlanan çemberinin ardısıra koşardı. Bütün yollar denize çıkardı. Çemberler yitip gider, yerleri doldurulamazdı. O kentin çocukları kaçanın kovalanamayacağını, kaybetmeyi baharda görürlerdi.
Koşmaktan yorgun düşünce kaldırıma kilim serilir, balkon altında çiğdem yenirdi. Büyükler yukarıda oturup izlerlerdi. Akşamlar asla yalnız geçmezdi. Ertesi sabah buluşmak üzere sözler verilir ve sözler tutulurdu. Sözünde durmayanın burnu uzardı.
O kentte çok bahar geçti. Çocuklar büyüdü. Yeni çocuklar geldi. Çocukların burunları hala kısa. Büyüklerinse aynaya bakamadıkları söyleniyor.
Her çocuk yokuş aşağı bir zeytinliğin içinden, yuvarlanan çemberinin ardısıra koşardı. Bütün yollar denize çıkardı. Çemberler yitip gider, yerleri doldurulamazdı. O kentin çocukları kaçanın kovalanamayacağını, kaybetmeyi baharda görürlerdi.
Koşmaktan yorgun düşünce kaldırıma kilim serilir, balkon altında çiğdem yenirdi. Büyükler yukarıda oturup izlerlerdi. Akşamlar asla yalnız geçmezdi. Ertesi sabah buluşmak üzere sözler verilir ve sözler tutulurdu. Sözünde durmayanın burnu uzardı.
O kentte çok bahar geçti. Çocuklar büyüdü. Yeni çocuklar geldi. Çocukların burunları hala kısa. Büyüklerinse aynaya bakamadıkları söyleniyor.
Bu Akşam Kanatlarım Var...
Öyle akşamlar olur ki deniz kokusu iç sokaklara kadar sokulur. Limon çiçekleri tokat gibi çarpar insanın yüzüne. Ilık hava ikinci bir tendir sarar her yanını. İnsan en çok böyle zamanlarda farkına varır bedeninin:
Ellerin vardır örneğin hiçbir yere sığdıramazsın. Kulakların vardır her sese açık. Duyduğun ilk ağustos böceği midir üçüncü kırlangıç ailesi mi? Bir boynun olduğunu hatırlarsın sözgelimi; saçların fazlalıktır. Omuzların açıkta değildir henüz ama lodos yakandan içeri dolmaktadır. Cılız kolların güçlüdür, istesen dünyayı bile kaldırır. Göğsün hızla inip kalkar; vefalı bacakların koşarak geçmiştir çünkü her yolu. Ya ayakların, aylardan beri ilk kez bu kadar özgür, sızlar da sızlar yine de hiç ihanet etmez. Bir şey olmalıdır insanı delirtecek, belki bir mucize beklenir. Bu sebepsiz mutluluk yerini bulmalıdır. Hiçbir şey olmaz.
Bir komşuyla karşılaşılır. İçten bir gülümseme alınır. İçten bir iyi akşamlar verilir. Akşam gerçekten de iyidir. Bazen sekerek de olsa yürüyebilmek, çarpık dişlerine rağmen gülümseyebilmek de bir şeydir.
1.04.2006
bahçedeki misafir
Üç kardeştiler. Çok uzaklardan geldiler. Günlerce kocaman bir hangarda konakladılar. Orada tanıştık beyefendilerle. Alımlı hemcinslerinin arasında en mahcuplarıydılar. Tuttum ellerinden getirdim bahçeye. Kıyamadık ayırmaya. O gün bugündür yan yana beklemekteler.
* Sol alt karedeki menekşeler, çilek saksısı ve sağ üstte görülen limon ağacı bu fotoğrafa sonradan eklendi. Herşey yolunda giderse yaz başında böyle olacak bahçe. Önümüzdeki yılın iki hedefi: Ortaya Rodos mozaikli küçük bir döşeme yapmak ve kayısı ile limon arasına bir hamak germek: )
26.03.2006
bahçevan
Pazar akşam üzeri itibariyle bir yediveren limon ağacım, üç fideli bir çilek saksım ve tam kırk üç tane daha menekşem oldu. Hepsinin çukurlarını ben açtım, can suyunu verdim. Umarım adı üzerinde kaypak bahar onlara kötü davranmaz. Bir daha yanlarına gidene kadar başlarının çaresine bakacaklar.
Günün ardından ipe asılacaklar:
- İnce bir bel ve sırt ağrısı
- Pisboğazlık sonucu felç olmuş bir mide
- Mart ayı diyerek ciddiye almadığım güneşin rüzgarla birlikte elmacık kemiklerime, burnuma ve dudaklarıma bıraktığı kavruklar
- Eşek derisinden hallice ellerim
19.03.2006
isimlendiremediğim
Çoktandır böyle sabahlara uyanmamışım. Derin bir şaşkınlık, içimde cevaplanmayan “bu da nereden çıktı?” sorusu... Gündüz itip kaktıkların geceleri sıkıştırıyor seni. Neden konuşmazsın be kadın? Neden dokunabilecekken ellerini saklarsın? Adını söylemeyince yok olur mu sanırsın? Bütün inkarların bir bir bulur seni. İşte böyle bir sabaha uyanırsın. Kaçırırsın gözlerini ama taşıdığın yüzde bir tek cümle asılıdır: Ben katıksız bir korkağım.
11.03.2006
hayat yumakları
Moira kız kardeşler kaderi belirleyen üç tanrıçaymış.* Her insan doğduğunda onun yaşam ipliğini bükmeye başlarlarmış. Canları istediğinde de ipi keserek hayatı sonlandırırlarmış. O kadar güçlü ölümsüzlermiş ki tanrıların babası Zeus bile saygı duyarmış kararlarına. Moiraların belirledikleri değiştirilemezmiş.
Bugün “kaderin ağlarını örmesi” deyiminin bu eski inanışla bir ilgisi olup olmadığını düşündüm. Sonra İngilizce’de “fate” (kader) ile “fatal” (ölümcül) arasındaki benzerlik geldi aklıma. Yakın bir göbek bağı İtalyanca’da “fata” (peri kızı) ile “fatal” (yine ölümcül) arasında mevcut. Fransızca’da da “fatal” ile “fatalité” (kader) kardeş.
Gözümün önünde canlandırdım: Üç kız kardeş hayat yumaklarımızı bir kumaşa dokuyor. O zaman aynı bağlamın parçası oluyoruz. Bize verilen yerde kısıtlı bir şekilde esneyebiliyoruz gel gör ki iki yumak atlayıp üçüncüye erişemiyoruz. Öteki kumaşa da geçemiyoruz çünkü tezgahın dışına taşamıyoruz...
Ben bu tasarıdan hoşlanmadım. Bütün raslantıları dışlıyor gibi geldi. Başka bir şey düşledim: Sakar kız kardeşler hayat yumaklarımızı ellerinden düşürüyor. Yerde bütün ipler karışıyor. Çarpışma anında birbirine dolananlar artık hep beraber yaşıyor. Çarpışmanın şiddetiyle geri sekenler ayrı yönlere gidiyor, bir daha hiç karşılaşmıyor. Çarpışma öncesi ve sonrası asla aynı olmuyor. Ama ilk dokunuştan sonra gerçekleşecekleri Moiralar bile bilmiyor. Onlar sadece başlangıca ve bitişe karar veriyor. Böylesi daha güzel (sanki)...
*Azra Erhat, “Mitoloji Sözlüğü”, 1989, 4. Basım.
Bugün “kaderin ağlarını örmesi” deyiminin bu eski inanışla bir ilgisi olup olmadığını düşündüm. Sonra İngilizce’de “fate” (kader) ile “fatal” (ölümcül) arasındaki benzerlik geldi aklıma. Yakın bir göbek bağı İtalyanca’da “fata” (peri kızı) ile “fatal” (yine ölümcül) arasında mevcut. Fransızca’da da “fatal” ile “fatalité” (kader) kardeş.
Gözümün önünde canlandırdım: Üç kız kardeş hayat yumaklarımızı bir kumaşa dokuyor. O zaman aynı bağlamın parçası oluyoruz. Bize verilen yerde kısıtlı bir şekilde esneyebiliyoruz gel gör ki iki yumak atlayıp üçüncüye erişemiyoruz. Öteki kumaşa da geçemiyoruz çünkü tezgahın dışına taşamıyoruz...
Ben bu tasarıdan hoşlanmadım. Bütün raslantıları dışlıyor gibi geldi. Başka bir şey düşledim: Sakar kız kardeşler hayat yumaklarımızı ellerinden düşürüyor. Yerde bütün ipler karışıyor. Çarpışma anında birbirine dolananlar artık hep beraber yaşıyor. Çarpışmanın şiddetiyle geri sekenler ayrı yönlere gidiyor, bir daha hiç karşılaşmıyor. Çarpışma öncesi ve sonrası asla aynı olmuyor. Ama ilk dokunuştan sonra gerçekleşecekleri Moiralar bile bilmiyor. Onlar sadece başlangıca ve bitişe karar veriyor. Böylesi daha güzel (sanki)...
*Azra Erhat, “Mitoloji Sözlüğü”, 1989, 4. Basım.
4.03.2006
Deliliğe Övgü
Kendisi “deli incir” imiş. Yaprakları dökülmüşken bile meyve verme yetisine sahip. Verimli olabilmek için delirmek gerektiğine en güzel kanıt... Saygıyla eğiliyorum önünde.
1.03.2006
gelgit
Artık aramasan da olur beni. Limandaki dalganın kıvrımlarına karıştım, yelkeni dolduran lodosa. Kuma gömülmüş bir kabuktayım. O kadar çok var ki benden istesen de bulamazsın. Yengecin bacağında yolcuyum. Sarhoşluk yalnız bize mi verildi sandın? Yükselen ay ışıyor üstüme. Islak bir ayak izi uzunluğuncaymış yaşamım. Sabah sisinde ince ve hainim. Her nefeste bir kaleyi derinden salladım. Akıntıya boyun eğen kestanenin dikenindeyim işte. Farketmeden can yakmakmış tek amacım. Bir gelişle kondum dünyanın kıyısına, bir gidişle kaybolurum...
28.02.2006
görünmeyen kent
Bir kent hayal etsem...İçinde tüm sevdiklerim. Kimse uzaklara gitmemiş ve hiç kimsenin başka bir yere ihtiyacı yok. Bu da benim görünmezim olamaz mı?
10.02.2006
6.02.2006
patates kızartması
Sıradan bir Pazar günüydü. Her zamanki rotamda ilerliyordum ben. Bütün meşgul insanlar gibi acilen gerçekleştirilecek planlarım vardı. Sürem doluyordu, erteleyecek bahanem kalmamıştı. Ama hala güvenle yürüyen ayaklarıma inat şu koca kafama söz geçiremiyordum ya çok ayıptı.
Karşıma çıkan bitli yaratığa ayıracak zamanım yoktu tabii. Biliyordum, laf olsun diye bakmıştım içeriye. 2 saat sonra kendimi aynı yerde bulmam mümkün değildi. Ertesi gün rüyama sızmayacağını da anlamıştım hemen. Bir hafta sonra elimdeki kutuyla “ev sakinleri seni kapının önüne koyacak!” diyen sese de gülmeyecektim. Ben yürüyordum, planlarım vardı.
“Daha çirkinini bulamadın mı?” yorumuyla karşılanan bu bitli yaratık hayatımı ikiye bölmeyecekti. Çoktan unuttuğum P. öncesi ve sonrası olamazdı. Ben top peşinde koşturacaktım ve efendi (!) kim karıştıracaktım öyle mi? Dört ayaklı hem de bıyıklı bir yaratık istiyor diye güneşin önünden çekilecektim, bir de üstüne “uyuyorum dokunma!” patisi yiyecektim... Mümkün değildi tabii, ben yürüyordum.
Gecelerce uyuyamayıp bu sarı- beyaz yaratığa arkadaş arayacaktım. Oturduğum koltuğu işgal etmesine göz yumacaktım. Gördüğüm en meraklı canlı olmasını kabullenecektim. Çizimlerimi tırmıklamasına izin verecektim. Yeni temizlediğim mutfağı dağıtmasına ses çıkarmayacaktım. Hatta aynı anda hem bu kadar havalı hem de bu kadar şaşkın olmasını bile kıskanmayacaktım. İhtimal dışıydı. Sıradan bir Pazar gününde yürüyordum, üstelik planlarım vardı. Ama bir kedi gördüm ve herşey değişti.
Karşıma çıkan bitli yaratığa ayıracak zamanım yoktu tabii. Biliyordum, laf olsun diye bakmıştım içeriye. 2 saat sonra kendimi aynı yerde bulmam mümkün değildi. Ertesi gün rüyama sızmayacağını da anlamıştım hemen. Bir hafta sonra elimdeki kutuyla “ev sakinleri seni kapının önüne koyacak!” diyen sese de gülmeyecektim. Ben yürüyordum, planlarım vardı.
“Daha çirkinini bulamadın mı?” yorumuyla karşılanan bu bitli yaratık hayatımı ikiye bölmeyecekti. Çoktan unuttuğum P. öncesi ve sonrası olamazdı. Ben top peşinde koşturacaktım ve efendi (!) kim karıştıracaktım öyle mi? Dört ayaklı hem de bıyıklı bir yaratık istiyor diye güneşin önünden çekilecektim, bir de üstüne “uyuyorum dokunma!” patisi yiyecektim... Mümkün değildi tabii, ben yürüyordum.
Gecelerce uyuyamayıp bu sarı- beyaz yaratığa arkadaş arayacaktım. Oturduğum koltuğu işgal etmesine göz yumacaktım. Gördüğüm en meraklı canlı olmasını kabullenecektim. Çizimlerimi tırmıklamasına izin verecektim. Yeni temizlediğim mutfağı dağıtmasına ses çıkarmayacaktım. Hatta aynı anda hem bu kadar havalı hem de bu kadar şaşkın olmasını bile kıskanmayacaktım. İhtimal dışıydı. Sıradan bir Pazar gününde yürüyordum, üstelik planlarım vardı. Ama bir kedi gördüm ve herşey değişti.
5.02.2006
Bergama / Pergamon
Bergama üzerine söylenecek onca şey varken ben onu zarif kadınlarıyla hatırlamak istiyorum.İster ölümlü ister tanrıça... İster soylu ister ayaktakımı... Zamanın önüne düşmüş birkaç çizgi hepsi. Binlerce yıl ötesinden eteklerini savuran rüzgar bugün benim saçlarımda dolaşıyor uslu uslu...
Labels:
çizim/ drawing,
eskiz/ sketch,
sanat/ art
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)