Aramızda ölü bir ırmak uzanıyor şimdi. Kıvrıla kıvrıla değil, dümdüz bir su parçası. O kadar durgun, öyle ifadesiz ki korkarsın. Sırf karanlık dağılsın diye başına beyaz bir yazma bağlarım belki. Üstünü de örterim üzülme; hem gözlerini de kapatırım. Usulca bir kuruş bırakırım dilinin altına. Son bir söz beklerim. Konuşamazsın ki.
Sen o kuruşu alırsın. Bir ömrün bedelidir elinde tuttuğun. Benim duvarlarım yıkılır sen suya ilerlersin. Göremem kürekçinin yüzünü. Yanına ilişmek isterim olmaz. Her darbede uzaklaşırsın. Bakakalırım. Ben ıssız, ben en cesur ama en yalnız; karşı kıyıya gelemem ki...
Ölüler ülkesindeki ırmağı geçmek için her ruh sandalcıya bir metelik vermek zorundaydı. Irmağın ötesindeki bataklığı katetmek içinse mutlaka toprağa kavuşmuş olmak gerekiyordu. Bu yüzden antik dönemden başlayarak her ölünün dilinin altına bir metelik konuldu ve gömüldü. Toprağa karışmayan ruhlar 100 yıl boyunca başıboş gezmekle cezalandırıldı. Kaderleri bu sürenin sonunda belirlenecekti. Asırlar geçti. Sebepler unutuldu ama eylemler değişmedi. Biz ölülerimizi son yolculuklarına uğurlamaya devam ettik. Bilmediğimiz yolun toprakta değil suda bittiğiydi.
ah charon ah... bakalım biz kendisiyle nasıl müşerref olacağız?
YanıtlaSil