Bahar geldi mi o şehrin çocukları kendilerini sokaklara atarlardı...
Güneş batana, anneler çağırana kadar girilmezdi evlere. Yüzleri hep kirli, giysileri hep soluk, bir topun peşinde koştururdu o çocuklar. Günden güne artan yaralarla kaplıydı hepsinin dizleri. Çelimsiz bacakların sürdüğü bisikletlerin arkasında kardeşler taşınırdı bir çanta gibi. Kardeşlerden ayrılınmazdı. Her mahallenin bir bisiklet çetesi vardı. Yan mahallenin çetesiyle kavga edilir, gerekirse dayak yenir ama annelere söylenmezdi. O kentin çocukları sır saklamasını bilirdi.
Herkes kendi uçurtmasını kendi yapardı. İnce çıtalar birbirine çakılır, ipleri gerilir, evdeki unlu bulamaçla gazete kağıtları yapıştırılırdı. En güzel yeri kuyruğuydu o uçurtmaların. Dedeler vardı ellerinden tutulacak. Yüksek bir düzlüğe çıkılır, uçurtmalar salınırdı. Yukarı bakıp koşarken düşenler hiç ağlamazdı. Uçurtma için düşenlerin canının yanmadığı bilinirdi. Sırası gelince uçurtmalar kardeşlere devredilir, sabırla beklenirdi. O kentin çocukları paylaşmayı baharda öğrenirdi.
Okul oyun oynamak için gidilen bir yerdi. Çeşme başında su savaşı yapılır, sırılsıklam derse girilirdi. Öğretmenler önlüklerin neden ıslak olduğunu sormaz, hastalananlara kızmazdı.
Herkes hayatında en az bir kez ipek böceği beslerdi. Okulun karşısındaki bakkaldan yalvar yakar bir tırtıl alınır, eski bir ayakkabı kutusuna konurdu. Mahalledeki tek tük dut ağaçlarına tırmanılır, olabildiğince çok yaprak koparılırdı. Her çocuk tırtılının yemek yiyişini, kozayı örüşünü, kelebek olup çıkışını izlerdi. Kentin çocukları sorumluluğu ilk kez baharda önemserdi.
Güneş batana, anneler çağırana kadar girilmezdi evlere. Yüzleri hep kirli, giysileri hep soluk, bir topun peşinde koştururdu o çocuklar. Günden güne artan yaralarla kaplıydı hepsinin dizleri. Çelimsiz bacakların sürdüğü bisikletlerin arkasında kardeşler taşınırdı bir çanta gibi. Kardeşlerden ayrılınmazdı. Her mahallenin bir bisiklet çetesi vardı. Yan mahallenin çetesiyle kavga edilir, gerekirse dayak yenir ama annelere söylenmezdi. O kentin çocukları sır saklamasını bilirdi.
Herkes kendi uçurtmasını kendi yapardı. İnce çıtalar birbirine çakılır, ipleri gerilir, evdeki unlu bulamaçla gazete kağıtları yapıştırılırdı. En güzel yeri kuyruğuydu o uçurtmaların. Dedeler vardı ellerinden tutulacak. Yüksek bir düzlüğe çıkılır, uçurtmalar salınırdı. Yukarı bakıp koşarken düşenler hiç ağlamazdı. Uçurtma için düşenlerin canının yanmadığı bilinirdi. Sırası gelince uçurtmalar kardeşlere devredilir, sabırla beklenirdi. O kentin çocukları paylaşmayı baharda öğrenirdi.
Okul oyun oynamak için gidilen bir yerdi. Çeşme başında su savaşı yapılır, sırılsıklam derse girilirdi. Öğretmenler önlüklerin neden ıslak olduğunu sormaz, hastalananlara kızmazdı.
Herkes hayatında en az bir kez ipek böceği beslerdi. Okulun karşısındaki bakkaldan yalvar yakar bir tırtıl alınır, eski bir ayakkabı kutusuna konurdu. Mahalledeki tek tük dut ağaçlarına tırmanılır, olabildiğince çok yaprak koparılırdı. Her çocuk tırtılının yemek yiyişini, kozayı örüşünü, kelebek olup çıkışını izlerdi. Kentin çocukları sorumluluğu ilk kez baharda önemserdi.
Cicoz sakız hem meşe olur hem de çiğnenirdi. O kentte bir çocuğun dilinin sarı, mavi veya kırmızı olması olağandı. Leblebi tozunun bir parçası hep buruna kaçar, geri kalanı da yanaklara dağılırdı. Küçük adamların şekeri yenir, kutularıyla oyunlar oynanırdı. Türlü çeşit, rengarenk piramit kolonyalar vardı. O kentin çocukları bu yüzden çok güzel kokardı.
Her çocuk yokuş aşağı bir zeytinliğin içinden, yuvarlanan çemberinin ardısıra koşardı. Bütün yollar denize çıkardı. Çemberler yitip gider, yerleri doldurulamazdı. O kentin çocukları kaçanın kovalanamayacağını, kaybetmeyi baharda görürlerdi.
Koşmaktan yorgun düşünce kaldırıma kilim serilir, balkon altında çiğdem yenirdi. Büyükler yukarıda oturup izlerlerdi. Akşamlar asla yalnız geçmezdi. Ertesi sabah buluşmak üzere sözler verilir ve sözler tutulurdu. Sözünde durmayanın burnu uzardı.
O kentte çok bahar geçti. Çocuklar büyüdü. Yeni çocuklar geldi. Çocukların burunları hala kısa. Büyüklerinse aynaya bakamadıkları söyleniyor.
Her çocuk yokuş aşağı bir zeytinliğin içinden, yuvarlanan çemberinin ardısıra koşardı. Bütün yollar denize çıkardı. Çemberler yitip gider, yerleri doldurulamazdı. O kentin çocukları kaçanın kovalanamayacağını, kaybetmeyi baharda görürlerdi.
Koşmaktan yorgun düşünce kaldırıma kilim serilir, balkon altında çiğdem yenirdi. Büyükler yukarıda oturup izlerlerdi. Akşamlar asla yalnız geçmezdi. Ertesi sabah buluşmak üzere sözler verilir ve sözler tutulurdu. Sözünde durmayanın burnu uzardı.
O kentte çok bahar geçti. Çocuklar büyüdü. Yeni çocuklar geldi. Çocukların burunları hala kısa. Büyüklerinse aynaya bakamadıkları söyleniyor.