Bu kart geçen seneden beri beklemekteydi. Bir anda üzerini akrilikle boyayıp biraz da kendi yaptığım şablonları denemiştim. Renkleri biraz soluktu, içinde pembe vardı, o yüzden pek ısınamamıştım kendisine. Birkaç gün önce elime geçti yeniden. Bambaşka bir şey ararken bulduğum balina resmini yapıştırmak istedim. Ortada duran daireyi tekrarlamak geldi içimden. Başka daireler ekledim başka kalemlerle. Kuru boyalar, kurşunkalem, markörler, keçeliler derken halkalar büyüdü. Balinayı okyanus izledi, okyanusun izi oldu. En sonunda beyaz ve siyah akrilikle fırçayı biraz silkeledim. Kart tamamlanmış oldu.
------------------
This card had been waiting for me since last year. I remember painting it with acrylic and trying out my home made stencils in a rush. It was pale, had pink in it, so i really did not like it at first. I came across this card a couple of days ago. As i was looking for something totally irrelevant i found this whale picture and decided to paste it here. I felt like repeating the circle in the middle. I added more circles with other pens. Color pencils, pencil, markers, felt tips followed and circles got bigger. Ocean followed the whale, became the trace of the ocean ("okyanusun izi"). Finally i tapped the brush with white and black acrylic paint. The card was done.
Bugün okuduğum bir yazı* üzerine günlük kağıt egzersizlerini yeniden düşündüm. Ben bir mimarım. Mimarlığın sanatla bilim arasındaki yeri sorgulanır hep. Ben de işime geldiği gibi bazen o yana bazen bu yana sığınırım. Mesleğimi çok severim, benim için hayatın her yanına yayılmıştır. Çoğu zaman ilgilendiğim şeyler için bir bahane olmuştur mimarlık. Sevdiklerim bir yolunu bulup mesleğimin de içine sızarlar eninde sonunda. Ama işte mimarlığın kuralları vardır. Öyle metrekareler, imar yönetmelikleri değil temellerden söz ediyorum: Ritm, tekrar, denge, simetri, asimetri, düzlem gibi şeyler kastettiğim. Kağıt üzerinde oynarken bunları düşünmüyorum, en azından düşünmemeye çalışıyorum. Yine de çalışma bittikten sonra kağıda bakınca bilinçaltımın kontrolünden çok da çıkamadığımı görüyorum. Bu egzersizler beni esnetmek için var. (Benzer bir maceraya heykelle başlamıştım 5 yıl önce.) Sonunda bir sanat şaheseri olmasalar da beni mutlu etmek için var. Beni iyileştirmek için var.
Bu blog benim için bir oyun alanı. Denemeler, deneyler yapmak için uydurduğum bir yer. 2005'te çok da bunaldığım bir zamanda yazdıklarımı paylaşmak için girişmiştim bu işe. Anonim kalmayı seçtim. En yakınlarım arasında buradan haberdar olan 5 kişi bile yok. Neden? Sanırım yargılanmak istemediğim için. Bu blogda saçmalama özgürlüğümü elimden bırakmak istemediğim için. Zaman içinde yazmaktan uzaklaştım, bitmemiş metinler beni huzursuz etmeye başladı. Sonunda hepten bıraktım yazmayı. Daha doğrusu yazdıklarım hep akademik şeylere dönüştü, başka şeyler yazmak için enerjim kalmadı. Ama yazamayınca delirecekmişim gibi hissettim. Böylece çizime döndüm. Boyalarla oynamaya başladım. Yaptıklarımı yine burada paylaştım. Yabancılarla yaptıklarımı konuştum ama yakınlarıma sustum. Son zamanlarda bu blogun bir sır olması beni rahatsız etmeye başladı. 9 yıl geç kalmış da olsa merhaba ben Özge.
*Seth Apter'in "sanatçı" üzerine yazdıkları burada. İngilizce bilmeyenler için ben bir kısmını alıntılıyorum:
"Neden sanat üreten pekçok yaratıcı insan kendini sanatçı olarak tanımlamaz? Bu etiket neden birçoklarını korkutur?
Görünen o ki bu kelime mitsel oranlar ve sihirli çağrışımlar üstlenmiştir. Çocuk sahibi olan insanlar kendilerini kolayca ebeveyn olarak tanımlarlar -- bu rolde ne kadar başarılı olduklarını hiç düşünmeden. Okuldakiler de kolayca kendilerine öğrenci derler -- sınıfta kalmış olsalar bile. Ama nedense sanat yapmak insanların kendilerini sanatçı olarak adlandırmak için gereken yegane içerik olarak görülmez.
Bazıları için, özgüven, yeterlik ve kişisel eleştiri ile ilgili mevzular onların bu etiketi kabullenmesini engeller. Bazı insanlar bu etiketin kendini beğenmişçe, kendini fazla önemseyen bir tavır olduğunu düşünür. Nadiren de olsa kendilerini sanatçı gibi farzedebilirler ama asla başkalarına bunu ifade etmezler. Bazıları bunu bir kariyer ya da meslek olarak icra etmedikleri sürece kendilerine "sanatçı" deme haklarının olmadığını hissederler. Birçok insan da ancak başkaları onlara bu adı verirse "sanatçı" olmaktan rahatsız olmazlar. Elbette başka bir sürü sebep de mevcuttur.
Görünen o ki bu kelime mitsel oranlar ve sihirli çağrışımlar üstlenmiştir. Çocuk sahibi olan insanlar kendilerini kolayca ebeveyn olarak tanımlarlar -- bu rolde ne kadar başarılı olduklarını hiç düşünmeden. Okuldakiler de kolayca kendilerine öğrenci derler -- sınıfta kalmış olsalar bile. Ama nedense sanat yapmak insanların kendilerini sanatçı olarak adlandırmak için gereken yegane içerik olarak görülmez.
Bazıları için, özgüven, yeterlik ve kişisel eleştiri ile ilgili mevzular onların bu etiketi kabullenmesini engeller. Bazı insanlar bu etiketin kendini beğenmişçe, kendini fazla önemseyen bir tavır olduğunu düşünür. Nadiren de olsa kendilerini sanatçı gibi farzedebilirler ama asla başkalarına bunu ifade etmezler. Bazıları bunu bir kariyer ya da meslek olarak icra etmedikleri sürece kendilerine "sanatçı" deme haklarının olmadığını hissederler. Birçok insan da ancak başkaları onlara bu adı verirse "sanatçı" olmaktan rahatsız olmazlar. Elbette başka bir sürü sebep de mevcuttur.
Belki de sanatçıyı diğerlerinden ayıran formal eğitim ya da öğrenimdir? Eğer durum böyleyse, sanat eğitimi almamış sanatçıları nasıl açıklarız? Belki de sanat eserinin satışı temel tanımlayıcıdır? O zaman hayatı boyunca yalnızca bir eser satmış olan Vincent Van Gogh'a ne demeli? Peki sergiler düzenlemek ve sanat camiası tarafından kabul görmek? Bu durum ölümünden tam 40 yıl sonra ilk defa eserleri sergilenen Martin Ramirez, ya da eserleri Paris Salon'u tarafından 6 yıl üstüste reddedilen Paul Cezanne için geçerli değil.
Kimliğimiz bizim kendimizi nasıl gördüğümüzle ilgilidir. Bunu her düşüncemiz ve aldığımız her kararla biz yaratırız. Dışarıdan diplomalar, sergiler, satışlar ya da kabul görmek için beklemek yerine, kişinin kendisinin bir sanatçı olup olmadığına karar vermesi gerektiğine inanıyorum. Birşeyler yaratan herkes sanatçı etiketini kabullenmeyi ya da bundan uzak durmayı seçebilir, ya da hiçbir şekilde farketmediğini söyleyebilir."
Kimliğimiz bizim kendimizi nasıl gördüğümüzle ilgilidir. Bunu her düşüncemiz ve aldığımız her kararla biz yaratırız. Dışarıdan diplomalar, sergiler, satışlar ya da kabul görmek için beklemek yerine, kişinin kendisinin bir sanatçı olup olmadığına karar vermesi gerektiğine inanıyorum. Birşeyler yaratan herkes sanatçı etiketini kabullenmeyi ya da bundan uzak durmayı seçebilir, ya da hiçbir şekilde farketmediğini söyleyebilir."
--------------------------
I thought about daily paper prompts again after i have read a blog post* today. I am an architect. The place of architecture between art and science is always questioned. I hide on both ends regarding my mood in this particular day. I love my job, for me it is on all parts of my life. Often architecture provides an excuse for the things i am interested in. Eventually, the things i love leak into my occupation. But architecture has its rules. I am talking about the basics like rhythm, repetition, balance, symmetry, asymmetry, plane etc not square meters or construction agreements. I do not think about such things when i am playing with paper, at least i try not to. Yet, when the work is over and i look at the page i see that my subconscious is in control. These exercises exist to stretch me. (I started a similar adventure with sculpture 5 years ago) They exist to make me happy even if they are not "grand" works of art. They exist to heal me.
This blog is a playground for me. It is a place i had made up for trials and experiments. I started out back in 2005 to share my writings when i was so depressed. I have chosen to stay anonymous. Not more than 5 people in my close circle know about this blog. Why? I guess i did not want to be judged. I wanted to keep my freedom to be silly on this blog. I declined from writing in time, the unfinished texts started bothering me. Thus, finally i have quit writing totally. Actually the things i write had become totally academic, no energy was left to write other things. But as i could not write i felt like going mad. Thus, i have turned to drawing. I started playing with paint. I shared what i have done here again. I have talked with strangers about my art but never with my close friends. Recently, this blog being a secret had started to bother me. So, even if it is 9 years late, hello, I am Özge.
merhaba Özge, ben Gonca ilk blogumu 2007 de açtım ve yine 2007 de pembe domates ağı ile bağlantılı bir blog daha yazmaya başladım ilkinde kendi yaptığım takıları paylaşıyordum ki onca takı yaptım ama takı takan biri değildim ki ben tabi bir süre sonra blog hayalet blog oldu ve fotoğraflarım ve yazılarım çalınıp başka insanlar sanki benim yaptığım şeyleri kendileri yapmış gibi yazılarımı yayınlayıp övgüler alıp benmiş gibi davranırken midem bulandı ve blogu tamamen sildim. o blog kimliksizdi Gonca ismi geçmiyordu pda da ise Gonca'ydım ama bunun bir sakıncası yoktu balkon bahçıvanlığı ile ilgili tecrübe ve bilgi paylaşımı vardı ben yoktum. Ornitorenk'te ise hiç düşünmeden çekinmeden Gonca olarak başladım şimdi dördüncü yıla yaklaşırken iş yerinden ve özel hayatımdan oturup kalktığım kişiler içinden blogumu okuyanların var olduğunu bilmek garip. ama gizleyemezdim ben kendimi bunun yanında nadiren yayınladığım ve özünü yaşadıklarımdan alan kimi bire bir kimi çokça abartılarak karanlık yanımın yazdığı ekşi sözlükte yayınladığım hikayelerimi taslak olarak kaydetsem de yayınlamaya çekiniyorum.
YanıtlaSilaslen param olmadığı için okuyamadığım güzel sanatlar için içten bir diğer bahanem de ki bunu lise yıllarında söylemiş olsam da hala fikeim değişmedi eğer mesleğim resim öğretmenliği olursa resim yapmaktan nefret edeceğimdi ki benim o zamanlar gördüğüm tüm resim öğretmenleri masaya elma koyar çizmemizi isterdi, şanslıydım beni farketmişlerdi ve benden daha başka şeyler daha başka teknikler isterlerdi ama diğerlerini keşfetmek için hiç çabaları yoktu ve ben elma cizdirirsem resim yapmaktan nefret ederim diye düşündüm ve sınava girmedim. peki kendime sanatçı gözüyle bakarak mı yazdım bunları elbette hayır egomun o kadar esiri olmadım henüz. artık lafın ucunu kaçırdım daha fazla saçmalamadan ben tekrar merhaba :)
ve ayrıca ben pembeyle çok iyi anlaşamasam da deniz ve pembe fikri hoşuma gitti bu indeks kartı pembeye başka gözle bakmamı sağladı
YanıtlaSilMerhaba Gonca. İyi ki geldin:) Aslında benim de mimarlığa varana kadar benzer bir hikayem var. Lise hayatım boyunca fen-matematik sınıfında, tam bir inek oldum. Bir yandan da derslerde sıkılıp çizdiklerim ve yazdıklarım vardı. Hatta arkadaşlarımla bir fanzin bile çıkartıyorduk. Lise sonda güzel sanatlar sınavlarına girmeye karar verdim, Öss'ye birkaç ay vardı. Dershanedeki Türkçe öğretmenim beni karşısına aldı. (Ki o da kitapları olan bir şair ve yazardı.)"Ben bugüne kadar bir sürü kitap yazdım, yayınladım ama en çok parayı nereden kazandım biliyor musun? Bir imla kılavuzundan. Önce üniversiteye git sonra yazar ol" dedi üzüntüyle.Sonuçta ben gıda mühendisliğini kazandım. Gidip bir yıl okudum ama sonra mimarlığa geçiş yaptım.Sanatla ilgili bir şeyler yapma hayalimden de vazgeçmedim. İşte bu blog o hayalin uzantısı.Anonim kalmak hayalimi kendime saklamamı kolaylaştırdı. Moralimi bozacak yorumlardan korudum hayalimi. Ama son zamanlarda artık bunun önemli olmadığını farkettim. Önemli olan 9 yıldır iyisiyle kötüsüyle kendim için yaratıcı bir şeylerle uğraşmaktı.(aslında ta lisede başladığımı düşünürsek 20 yıl olmuş)Herkesin kötülükle savaşmak için farklı yöntemleri var, bu da benimki dedim.
YanıtlaSilZamanı gelince belki hikayelerini de blogunda paylaşırsın. Doğru zamana ancak sen karar verebilirsin zaten. Blog okuyucuları için kafa karışıklığı yaratabilir bazen ama onların hepsi sensin.Annesin, sanatçısın, terzisin, yazarsın, aşçısın, gezginsin, oyuncak tasarımcısısın, bahçıvansın, çalışan bir kadınsın ve daha kimbilir neler.Her yerde okuduğum şahane blog yaratma teorilerinde sürekli gördüğüm bir şey vardı: Bir odağınız olsun. Neden bir tek şeyle ilgilenmek zorundayız? Benim kafam bu kadar dağınıkken ve yeni şeyler denemeye bu kadar hevesliyken niye aynı şeyleri yazmak zorundayım? Umarım bir gün hikayelerini okuma şansım olur. Sevgiler.
YanıtlaSiliyi ki şahane bir blogum olsun binlerce izleyicim olsun reklam alayım vs derdim yok canımın çektiğini yazdığım bir blogum var blogum en başta benim için var ve blogumda ben varım şahane olmak için benden vaz geçemem
YanıtlaSil