28.05.2006

Bakımsız Bahçelerden Faydalanma Kılavuzu



Kuzey Ege’de verimsiz bir toprak parçası bulmak neredeyse imkansız gibidir. Bu durum ekilenlerden az ya da çok ürün alınmasını sağlarken bahar aylarıyla birlikte her yeri diz boyu yabani ot ve çiçeklerin basmasına da imkan verir. Biraz tembellik ederseniz özenerek türlü tohumlar attığınız bahçenize vardığınızda kıpkırmızı bir gelincik (bazen de bembeyaz bir papatya*) tarlasıyla karşılaşabilirsiniz. Evcil çiçeklerse çoktan hayal olmuştur. Ey bahtsız kentliler üzülmeyiniz! Düşünülenin aksine bu gelinciklerin bahçede veya vazoda nazlı nazlı salınmak dışında faydaları da vardır. Mahvolan bahçeniz için soğuk bir bardak su içmek yerine gelinciklerden yapılmış tatlı bir şurup içebilirsiniz...

Öncelikle bir avuca sığacak kadar gelincik toplanır.









Sonra hepsi düz bir yere serilir (tercihen bir gazete kağıdı üzerine). Hafifçe silkelenen çiçeklerin tohumları ile yaprakları kolayca ayrılır. İnat eden yapraklar elle koparılır. Gelinciklerin tohumları ile kaynaşmış böcekler dikkate alınmalıdır. Böcekler tek tek ayıklanır, öldürülmez, bahçeye geri götürülüp toprağa bırakılır.



Daha sonra gelincik yaprakları bir kaba alınıp güzelce yıkanır. Bu aşamada birkaç tane güzel kokulu, koyu renkli gül bulmak önemlidir (evet, yine bakımlı bahçelere muhtacız...). Onların yaprakları da eklenir.






Son bir yıkamadan sonra karışım cam bir şişenin içine doldurulur. Limon tuzu ve su eklenir. En fazla 2 hafta sonra şurup hazırdır. Yoğun kıvamda olacağı için karışımın su (ve isteğe göre şeker eklenerek) ile seyreltilmesi gerekebilir.





* Papatyalar için iki kullanım şeması önerilebilir: İlki kaynatıp çayını içmek. Sakinleştirici etkisi var. İkincisi de yine kaynatıp karışımı saçınıza sürmek. Ancak esmerlere bunu tavsiye etmiyorum, sabah uyandığınızda sarışın olma ihtimaliniz çok fazla.
** Gelincik şurubuma katkıda bulunan bütün bakımsız bahçe sahibi komşularıma teşekkürü borç bilirim.

27.05.2006

Gitme


Aramızda ölü bir ırmak uzanıyor şimdi. Kıvrıla kıvrıla değil, dümdüz bir su parçası. O kadar durgun, öyle ifadesiz ki korkarsın. Sırf karanlık dağılsın diye başına beyaz bir yazma bağlarım belki. Üstünü de örterim üzülme; hem gözlerini de kapatırım. Usulca bir kuruş bırakırım dilinin altına. Son bir söz beklerim. Konuşamazsın ki.

Sen o kuruşu alırsın. Bir ömrün bedelidir elinde tuttuğun. Benim duvarlarım yıkılır sen suya ilerlersin. Göremem kürekçinin yüzünü. Yanına ilişmek isterim olmaz. Her darbede uzaklaşırsın. Bakakalırım. Ben ıssız, ben en cesur ama en yalnız; karşı kıyıya gelemem ki...

Ölüler ülkesindeki ırmağı geçmek için her ruh sandalcıya bir metelik vermek zorundaydı. Irmağın ötesindeki bataklığı katetmek içinse mutlaka toprağa kavuşmuş olmak gerekiyordu. Bu yüzden antik dönemden başlayarak her ölünün dilinin altına bir metelik konuldu ve gömüldü. Toprağa karışmayan ruhlar 100 yıl boyunca başıboş gezmekle cezalandırıldı. Kaderleri bu sürenin sonunda belirlenecekti. Asırlar geçti. Sebepler unutuldu ama eylemler değişmedi. Biz ölülerimizi son yolculuklarına uğurlamaya devam ettik. Bilmediğimiz yolun toprakta değil suda bittiğiydi.